2 Eylül 2009 Çarşamba

Okyanus esintisi ile uçuşan fikirlere nerden geldik?

Beklemekle geçti, önce yeteri kadar bilgi sahibi olmak, daha sonra en iyisini yapmakla çabalamak...Yolculuğa okuma ve yazma isteği ile başladım... Dört yaşında mahallenin minik kömür gözlüsü olarak bilinirken, babam her sabah benden yeni gazeteyi isterdi. Ne büyük coşkuydu, takdir edilmek, doğru gazeteyi götürmek. Sonunda deneme-yanılma yöntemi ile – o zamanlar böyle metotların bilimsel olduğunu bilmezdim- yolumu bulmuştum. "Koku", halen dergileri ilk açtığımda koklarım, ne büyük bir zevktir, saniyelikte olsa yolculuk yaparım çocukluğuma...


Babama gazete götürüp takdir edilme duygusu meğer ilk temelleriymiş bloğumun. İlkokulda okuduğumu hatırladığım ilk kitap "Küçük Prens", halen ismini hatırladığıma göre, cidden etkilenmişim... O kitabı yanıma alıp uyurdum geceleri. Sonra "Tekerlekli At" kitabı ile maceram oldu. Uzunca bir süre ilk beş sayfadan öteye gidemedim. Nasıl bir yıkımdı benim için. "Yoksa kitap okumayı sevmiyor muyum, neden okuyamıyorum bu kitabı?" Ailenin de baskısı bir taraftan, bak onun çocuğu kaçıncı kitabı bitirdi, sen neden okumuyorsun... O kitap iki yıl boyunca beş sayfadan fazla okunamadı. Ardından bir gün azmettim, ve o kitabı okudum. Sonraki yıllar, neden bu kadar inat ettim, ne kadar da güzle bir kitapmış diye düşünmüşümdür.

Durgunluk dönemimin ardından "Çocuk Kalbi" ile başlayan serüven. Bana kitap okuma sevgisini sağlamlaştıran kitaptır. Zorunluydu onu okumak, Türkçe derslerinde her hafta 2 saat kitaba ayrılmıştı. Ne güzel günlerdi... Diğer yandan aynı dersin kompozisyon kısmını da çok sevmiştim. On üç yaşımda "sevgi" üzerine kompozisyon yazmıştım ve aşkı" salıncakta sallanmaya" benzetmiştim. Sanrım ablalarımı gözlemlemem sonucunda bu yargıya varmışım. Yıllar sonra Tuna Kiremitçi'nin de benzer bir tanım yaptığını gördüm. Demek ki bazı insanlar bu duyguyu o şekilde hissediyor...

Orta okul yıllarında oluşan motivasyon ile lise yıllarına Leo Buscaglio ile başlangıç yaptım. İpek Ongun'un da büyük yeri var, birçok kitabını okumuştum o süreçte. Araya Mevlana, Yunus Emre, Orhan Veli Kanık'ın kitapları da girdi. Richard Bach'ın Martı'sını o zamanlarda okudum, ama yirmi dokuzumda tekrar okuyunca ne kadar da farklı şeyler buldum. Sanırım okuyucunun algısı da esere ciddi bir anlam katıyor. O yıllarda okuduğum yazarlar bu kadarla sınırlı değildi elbette ama belki de asıl etkiyi yapanlardı.

O günlerden bu günlere, elimdeki birikimi, enerjiyi yansıtma ihtiyacımdan bu bloğu açtım.. Duygularımı ve yazılarımı kendime saklamak gibi bir özelliğim var. Bu sefer içimdeki sesi engelleyemedim ve "Uçan Fikirler" artık hepimizin oldu. Dilerim karşılıklı bilgi alışverişinde bulunulan, herkese bir şeyler katan, hayatı daha farklı ve güzel görmemize bir nebze katkısı olan bir Blog olur.

Şimdiden herkese teşekkürler...

4 yorum:

  1. Hayallerin hep okyanuslar kadar geniş ve derin heyecanlar yaratsın...

    YanıtlaSil
  2. İnsan hayal edebildiği kadarını yaşayabiliyor hayatta. Hayalini kuramadığımız şeyleri elde etme şansımız olmuyor. Dilerim hepimizin hayalleri derin ve gerçek olur.

    YanıtlaSil
  3. blog yazmanın bana kazandırdığı en güzel şeylerden biri beni netliğe zorlaması oldu.
    fikirlerin uçuşmasını zorlamak hani aktivite sonucunda olur acep?

    YanıtlaSil
  4. Fikirler hep var ama hemen uçup gidiyorlar.. Yazarak uçuşanların bir kısmını kayıt altına almak istedim aslında. Uçanları yazarak yakalayıp, özgürleştirmeyi hedefliyorum:))Fikirlerin uçuşmasını da sanırım gelgitler tetikliyor. Aslında fikirler hep oluyor da anı yaşamaktan uzaklaştıkça göremiyoruz. Bu arada yavasyavas'ın ben de çok etkisi oldu, bu kadar istikrarlı bir şekilde yazılar eklemen beni teşvik etti:)

    YanıtlaSil