20 Ekim 2009 Salı

Miniaturk Gezisi

Yurtdışına gidince çoğumuz birer tarih gözlemcinse dönüşüp, mimari yapıları, müzeleri, tarihi yapıları ziyaret edip bolca fotoğraf çekip o anları ölümsüzleştirme girişiminde bulunuyoruz. İşte tam da bu merakla hadi Miniaturke diyerek yola düştük. İstanbul’da uzunca bir yol gittikten sonra, kendimizi Miniaturk’te bulduk. Miniaturk’ü Anadolu, İstanbul ve Osmanlı mimarisinin kendine özgü muhteşem mimarisini içeren, birçok yapıtın maket haline getirilmesinden oluşan açık alan sergisiydi diye tanımlasak yanlış olmaz. Antik çağ, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve son dönem Türk mimarisini içine alan Anadolu’daki yaklaşık 3000 yıllık bir geçmişi gözler önüne seriyor. Boğaziçi köprüsünden, Sümela Manastırı’na, şu an sadece biraz kalıntısı kalmış olan Artemis Tapınağı’nın tüm halini gösteren maketten Bursa Ulu Camiye, Anıtkabir’den TBMM binasına, Malabadi Köprüsünden Nemrut Dağı Kalıntıları’na, Çırağan Sarayı’ndan Kubbet-üs Sahra’ya, milli sınırlarımız içinde olan ve dünyanın farklı yerlerinde Osmanlı döneminde yapılmış olan mimari eserlerimizin çoğunun yer aldığı maketleri içeren bir geziydi.

Her maketin yanında, biletin manyetik alanını yaklaştırınca çalışan ve ilgili mimari yapının ne zaman yapıldığını, önemini vs anlatan cihazların olması da ayrıca güzeldi. Fakat ilk giriş anında beni rahatsız eden bir olay oldu. Bileti satın alırken yan tarafta içerdeki yapıtları tanıtan kitapçıklar gördüm ve görevliden istedim. Bana “ olmaz hem onlar yabancı dilde” dedi. Ben de, “olsun ben okurum” dedim. “Onu alabilmen için yabancıların aldığı biletten alman lazım, sana veremem” dedi. Kendi ülkemde, kendimi ait hissettiğim o mimari yapıları görebilme şansım var ama tanıtıcı bilgilere kitapçık ile ulaşma şansım yok. Neden, “ sen bu ülkedensin, yabancılara öncelik” mantığımı? Hani eve misafir gelecekken, çocuğa pasta verilmez, şekli bozulur, misafir gediğinde yersin denilir, bu da o misal oldu. Fakat ortada şekli bozulacak bir pasta yok, bu önceliğin nedeni nedir anlayamadım!! Kısaca ülke sınırlarımda yabancı uyruklu olmadığım için, eksik hizmet görmüşüm duygusu taşıdım ve güzel geçen bir gün biraz buruklaştı.

Yine de internetten bu mimari yapılara bakıp, bilgi sahibi olma şansımız var… İlgili internet sitesini de bloğa ekliyorum. Bugüne kadar hepsini görme şansımız olmadıysa ya da anı tazelemek istersek Miniaturk’u gezmek, güzel ve keyifli bir gün olur diye düşünüyorum.

19 Ekim 2009 Pazartesi

ONCE

Son zamanlarda seyrettiğim filmlerden birisi daha.. Filmin en büyük özelliği içindeki şarkılar. İrlanda yapımı bir film olmakla birlikte iki ünlü müzisyen başrollerde. Glen Hansard ve Marketa Irglova’nın başrollerini oynadığı filmi John Carney yönetmiş. Dostluk, flört ve yaşanamamış bir ilişkiyi içine alan, müzik ağırlıklı bir yapıt. Sonu hep beklediğimiz mutlu sonlardan biraz farklı bitiyor, belki de bu açıdan daha gerçekçi olduğunu düşündüm. Çek asıllı bir kızla İrlandalı bir erkeğin müzik ve elektrik süpürgesi üzerine başlayan ve gelişen hikayesini konu alıyor. Hikayenin devamında ikisinin geçmiş ilişkilerine kısaca değinilip, ortak noktaları olan müzik sevgisi vurgulanıyor. Kızın piyanoya olan merakı ile erkeğin gitar konusundaki yeteneği ve ilerleyen dostlukları sonucunda kendilerini kayıt stüdyosunda demo doldururken buluyorlar. Adam eski sevgilisinin yanına İngiltere’ye dönüp müzik kariyerine devam etmeyi planlarken, kızın uzun zamandır ayrı yaşadığı eşi Çekoslovakya’dan gelecek..


Filmde adam kıza kocasını halen sevip sevmediğini sorduğunda kız “Miluju tebe” diyor, filmi seyrederken tahmin edebiliyorsunuz bunun “seni seviyorum” alamına gelebileceğini fakat adam çekçe olan bu cümlenin anlamını bilmiyor ve o sırada bunu önemsemiyor. Konusu ve sonu itibariyle farklılaşan ve özellikle içindeki müziklerle bir hayli iddialı olan bir filmdi. Sırf müzikler için bile seyretmeye değer olduğunu düşünüyorum.

http://en.wikipedia.org/wiki/Once_(film)
Falling Slowly
If you want me

4 Ekim 2009 Pazar

Sihirbaz

Sihirbazı, orijinal ismiyle “The Illusionist”, sinemada izleme şansım olmamıştı ve yakınlarda seyredebildim. Filmin bütününe baktığımda etkileyici bulduğum filmler arasında yerini aldı. Küçük yaşta bir sihirbazla tanışan ve hayatı değişen bir çocuğun, sihirbazlığı hayat biçimi haline getirmesini, aşkı ve kurguyu içine alan bir film.


Sihirbazın sırrı ayrıntılarda gizliydi. Kılıç sahnesinde taşların alınması ve filmin sonunda o taşların kullanılması. Kurgusu çok iyi yapılmış bir sahneydi.

Sihirbazın özel güçleri olduğuna seyirciyi tam ikna ettiği ortamda aslında her şeyin bir ilüzyon olduğunun gösterilmesi de çok etkileyiciydi. Film bittiğinde aklıma gelen ilk düşünce, “ hiçbir şey göründüğü gibi değildir” oldu. İşin komik kısmı cd’nin kutusu üstünde de aynı cümlenin yazıyor olması… Bilinmezlik algılarımızın gerçeklerden sapmasına neden olabiliyor. Film, bilinmezliğin kitlelere verdiği çekiciliği yansıtırken yapılan her sihrin aslında mantıksal ve bilimsel zeminde gerçekleştiğini ve sihrin, bilimselliğin çözülmemiş hali veya gerçeğin ustaca saklanmış hali olduğunu gösteriyor.

Bu film algının ve gerçekliğin sorgulanması açısından bende rüzgar etkisi yaptı ve arşivimde yerini aldı.

http://www.imdb.com/title/tt0443543/