11 Temmuz 2010 Pazar

Sil Baştan

Hayata yeniden başlasak neleri değiştirirdik? Bir çoğumuz bunu zaman zaman sormuştur kendine. Yapmak isteyip, bahanelerle ertelediğimiz ne çok olay vardır hayatımızda. Bilinmezliğin girdabında kaybolmamak için, güvenli bildiğimiz limanları bırakmamışızdır...

Derken başlıyorum kitabı okumaya... Hayata tekrar tekrar gelen ve belli bir zamanda geçmiş hayatlarını hatırlayan ama hep ilk yaşadığı zaman dilimine geri dönebilen insanların hikayesi. Hayal kırıklıkları ardından ne çok "sil baştan" yapmak istemişizdir... Roman kahramanları kadar şanslı değiliz, peki roman karakterleri şanslı mı gerçekten? İnsan oğlu zamanı hep harcamıyor mu? Sınırsız zaman anlayışımız hep var. Zamanı elle tutma ve geri getirme şansımız olsa, her verisyonda farklı şeyler yaparız. Belki en çok merak ettiğimiz alanda kariyer yapar, daha zengin bir hayat sürer, ilgi alanalrımıza yönelir, bol bol seyehat ederiz... İşte kitapdaki karakterler de bunları yapıyor... Farklı insanlarla ilişki yaşama şansı... Aynı insanla yaşanan ilişkiler bile ayrı bir renkde olabiliyor... Kitap okurken sürükleyiciydi, baş yapıtlarımdan mı? Değil. Peki neden yazdım, çünkü kitapdan aldığım mesaj önemli. Bunu facebook'da başlık yapsam ya da twitter'da 3 gün sonra hatırlamıyor olacağım. Okurken içimize işliyor, sanki deneyimlemek gibi... Belki de bana öyle oluyor...

Kitap bitince hissettiğim o harika duygu için yazıyorum: hayatı erteleme, ana geri dönüş yok. Ne yapmak istiyorsan ona yönel... Çelişkilerin ortasında dümeni tek elle tutarken, kitap iyi geldi.
Şebnem Ferha'ın en sevdiğim parçası " Sil Baştan", duruma uydu. Belki de durum ona uydu.. . Bir de şarkı alalım o zaman. Kitabın yazarı yok mu, hani künyesi derseniz; yazar: Ken Grimwood. Künyesi için başka sayfaya uçuyoruz.

13 Haziran 2010 Pazar

Iman Maleki ile gerçekten resime resimden gerçeğe geçiş.

Iman Maleki İran'lı genç bir ressam. Realist ressam olarak tarihte yerini almayı fazlasıyla hak etmiş. Resimlerini gördüğümde bunlar resim olamayacak kadar gerçek dedim. Resimlerinin orjinallerini fazlasıyla merak ediyorum. Hakkında daha fazla bilgi için tıklayın. Bir kaç resmini koyuyorum. Bu görsel şovda kelime kalabalığına yer yok...


Kolera Günlerinde Aşk (Love in the time of Cholera)

Gabriel Garcia Marquez'in romanından uyarlama olan bir film. Dudak ısırtan bir aşk hikayesi. Tek yorumum; izlenmeli listemde ilk 50'de yer alan bir film.

Yeni Ay (New Moon)

İlk filmi -Alacakaranlık (Twilight)- severek seyretmiştim hatta gençlik filmini nasıl bu kadar sevdim diye soranlar olmuştu. İkincisini sinemada izleyemedim. Hevesle izleyeceğim günü bekledim. O gün geldi ama ben umduğumu bulamadım. Yok yok koşullanmadan kaynaklanan üstün beklentiye cevap verememesi durumu değil bu. Film beni yakalayamadı. Kısa süre bağlandım filme, geri kalan zamanda offfladım durdum. Tamam bu kız-Bella- bu filmlerin sonunda vampir olur. Hatta bunlar-Bella ve Edward- sonunda evlenir ama arada geçen süre aksiyonlu olmalı, seyirciyi tutmalı. İşte beni tutmadı. Serinin üçüncü filmini izlerim, umarım o daha iyi olur.

Başka Dilde Aşk

Waaaw dedirten bir Türk filmiydi. Mert Fırat'ın senaristliğinde bulunduğu ve başrolünü Saadet Işıl Aksoy ile paylaştığı aşk hikayesi. Farkı, klasik aşk hikayelerinden farklılaşmış olmasında. Sağır ve dilsiz bir erkek ile öncesinde aldatılmış bir kızın barda başlayan aşkları. Birçok erkek dırdırcı olmayan hatta mümkünse dilsiz olacak kadar az konuşan bir kadın ile ilişki hayal eder. Burada tersi var. İyi mi kötü mü ona seyrettiğinizde siz karar verin...
Kısmen iş dünyasının adaletsizliklerine yer verirken, yarım kalmış bir aşkada dokunuluyor filmde. Hani bazen güzel sözleri duymak isteriz, acaba o kadar gerekliler mi diye sormadan geçemedim izlerken. Peki ya o hızlı konuşmalarımız, hep bir yerlere, bir şeylere ve birilerine yetişme sevdasındayken yazarak ya da gözle anlaşmak bu kadar sorunsuz ve kolay olabilir mi? Yoksa daha mı iyi? Bazı sözler söylenmeyince her şey daha iyi olabilir mi? Konuşmak kolay gelir hele dilin ayarı yokken. Peki konuşamasak birbirimize yine bu kadar kırıcı olabilir miyiz ya da sevgimiz eksik mi kalır? Filmden çıkan sonuç sevgi eksik kalmıyor...

Alice In Wonderland

Alice harikalar diyarında, Tim Burton'ın yönetmenliğinde güzel bir film olarak yerini aldı. Charlie'nin çikolata fabrikası'nın yönetmeni olan Tim Burton'dan yine benzer tatta bir film. Johny Depp bir Tim Borton filminde daha başrollerde... Bu filmin görsel etkisi dışında müziği de etkileyiciydi. Avril Lavinge'in hazırladığı soundtrack farklı bir iz bıraktı filmde.
Kendi tercihlerini yaşa ve ilerle mottosundaydı. Seyrettiğim en etkileyici filmlerden birisi değildi ama keyif almak için izlenebilir nitelikte.

2 Şubat 2010 Salı

Farid Farjad

Farid Farjad'ı dinledim bugün ve paylaşmak istedim. Kemanı konuşturan usta desem herhalde abartmış olmam. Dinlerken hüznü hissediyorum ama aynı zamanda sakinlik ve rahatlama hissi yaşıyorum. Müzikten çok anlamam, alkışlarken bile ritim yakalayamayan kitledenim. Her müziği bana verdiği duyguyla değerlendiriyorum ve Farid Farjad'ı dinleyince farklı bir boyuta geçiyorum. Belki de herşeyden ve herkesden arınıyorum kısa süreliğine... Daha önce dinlememiş olanlara papatya çayından daha etkili olduğunu söyleyebilirim:)

http://fizy.com/s/12810x

30 Ocak 2010 Cumartesi

Coca Cola ve mutluluk

Coca Cola'nın mutluluk makinesi virali, 12 ocakta youtube'da yerini aldı. Bu kadar kısa sürede 1.200.000'den fazla seyredildi. Süper bir rakamı yakaladı, peki bu videonun bu kadar izlenmesinin sebebi neydi? Herkes biraz mutluluğu arar, mutlu etmenin yöntemi nedir; birilerine karşılıksız bir şeyler vermek... Beklenmeyen anda hediyelerini alan, videodakilerin yüzünde o mutluluk hali oluşuyor. Coca Cola, mutluluk veriyor ve bunu vaad etmekle kalmayıp, bu video ile bunu yansıtıyor. Markanın akılda kalan duygusu, güzel bir tebessüm. Seyrederken, acaba şimdi ne olacak diye bir merakta oluşuyor. Repliklere gerek kalmadan duygu aktarımını sağlamışlar.

youtube coca cola happiness machine

3 Ocak 2010 Pazar

Bir Günlük Yaşam

Önce dağlara gitti, aradı neyi aradığını bilmeden. Pek de haz almamıştı, denizi denedi ama deniz onu savurdu. Kıyıya yöneldi, kalabalığın arasında şaşkına döndü. Burada her renk vardı, sesler geliyordu, karmaşa hüküm sürüyordu. Ne kadar ilgi çekiciydi. O da ne, üzerine doğru kocaman bir şey geliyordu. Hemen başka yöne döndü, zor kurtardı kendini. Düüüüt, diye bir ses duydu, oradan da ürküp, uzaklaştı. Çocuklar gördü, hemen onlara yaklaştı. Kokularını alıyordu onların, zararsızlığın ve masumiyetin kokusu. Çok uzun sürmedi çocuklarla macerası, onu tutmaya çalışmaları ile çocukların oluşturduğu kalabalıktan da uzaklaştı. Hemen yanından bir martı geçti, onun arkasına takıldı ama hızına yetişemedi, vazgeçti. Garip bir sesle tekrar irkildi, kocaman bir balık yaklaşıyordu. Olamaz, balıktan insanlar iniyordu. Hemen gitti, ama bu teneke gibiydi, cansızdı, balık gibi denizde giden ama balık olmayan şey… İnsanlar yoğun bir patırtı ile üstüne üstüne geliyorlardı, onlardan korkuyor ve yanlarında savunmasız hissediyordu kendini. Hemen uzaklaştı. Daha içlere yöneldi, ağaçlar vardı bu kalabalıkta. Onların yanına yaklaştı, arıyı gördü ama o da yalnız sayılırdı. Kovanları yoktu arının… Arının yanında durdu, pek büyük çiçek tarlaları da yoktu burada.
Bir çocuk ona koşmaya başladı, izin verdi kendisine yaklaşmasına ama ona dokunmaya çalışması ile tekrar irkildi. Neydi bu sahiplik duygusu… Ya vurdumduymazlardı, onu önemsemeyen ezecek kadar önemsiz gören insanlar vardı ya da ona sevgiyle yaklaşıp, güzel kanatlarını tutmak isteyenler. Kanatları olmadan uçabilir miydi bir kelebek? Böyle sevgi olur muydu? Bu insanlar ne kadar da garipti, onu sadece gözlerindeki ışıltı ile seyreden, onun varlığını kabul edip, ona zarar vermeyen insanlar neredeydi? Kızmıştı insanlara, dünya ne kadar da ilginçti, hava kararmaya başlamış ve onun görecekleri azalmıştı. Tam bunları düşünürken, zamanın ne kadar da boşa gittiğini fark etti. Bir iki saat içinde ölecekti. Şimdiden kanatlarının ağırlaşmaya başladığını hissediyordu. Görmek, tanımaktı amacı. Çiçekler belki de onun gerçek dostuydu. Annesi onu boşuna mı bir çiçeğin yanına bırakmıştı. Kanatlarını çiçeğin yanında açmış, ilk uçuşunu onun yanında denemişti. Hem o çiçek, kendisine dokunmasına, üzerinde hareket etmesine izin vermemiş miydi? Birbirlerini oldukları gibi kabul etmişlerdi. Çiçeklere dönecekti, ait olduğu yere. Daha fazla çiçekle dost olacak ve onların arasında gözlerini yumacaktı. Geldiği dağın eteklerine hızla uçmaya başladı.

2 Ocak 2010 Cumartesi

Güzel Bir Şarkı İle 2010'a Merhaba

Bu seneye güzel bir şarkı ile merhaba diyelim. Norrda, Infinitive Face, farklı enstrümanların kullanıldığı, kulağa hoş gelen bir parça.
Norrda, Infinitive Face

Şarkının sözleri;

no pain my love
nothing's left to suffer anymore
no rain my child
earths are full from top to the core
with rage and hate
and the gaze of the infinite face
we come and we go
pray for the road
can't find a way
help for your lost soul

we were in greed
black and deep
this hole inside of me wants everything
calls it the needs
we throw the seeds
wait them to grow and get us freed
from rage and hate
and the gaze of the infinite face
we come and we go